
Aziz Şah – Kim ki bu halkı ‘şarkısız’ bilir, kendi içindeki ‘şiir’i de küçümsemiş olur demişti Fikret Demirağ…
Kim ki Kıbrıs’ta bir şarkının peşine düşer, dönüp dolaşıp varacağı yer 1948’dir…
Ağustos 1964’teki kanlı Mansura-Koççina olaylarından sonraydı…
Derviş Ali Kavazoğlu’nun öldürülmesine bir seneden az bir zaman kalmıştı…
“Bu kanlı vuruşma, Kıbrıs’ın geleceğini belirsiz ve daha karanlık bir hale getirerek nefret doğuruyor. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasındaki bölünmeyi de derinleştiriyor” diyordu yoldaşı Hristakis Vanezos’a…
Ağustos 1964 vuruşmalarından tam bir ay önce AKEL bir kez daha Enosis kararı alarak Temmuz 1964’de “sulandırılmış değil, saf Enosis” diyordu…
Kavazoğlu’nun gözünün gördüğünü, kulaklarının duyduğunu, aklının kestiğini “koca” parti görmüyordu, duymuyordu, algılayamıyordu…
Kavazoğlu Taksim’in ayak seslerini duyuyordu, parti ise hâlâ Enosis’e sahte anti-emperyalist kılıflar arıyordu…

Kavazoğlu’nun ömrünün son demleriydi…
Yoldaşı Hristakis Vanezos bir gün onu “PEO’nun bürosunda masaya eğilmiş, Kıbrıs Maden Örgütü’nün 1948’de maden ocaklarındaki büyük grev mücadelesini anlatan kitap ve başka çalışmaları okurken” buldu.
Kavazoğlu ona “Otur” dedi…
Ağustos çarpışmalarından sonraki umutsuz günlerde, savaşın ateşinin ve AKEL’in Enosis ihanetinin ortasında Kavazoğlu 1948’e eğilmiş bir çıkış arıyordu…
1948 grevi, Türk ve Rum Kıbrıslı işçilerin kuşandığı sınıf bilinciyle “amele milleti” olduğu mücadele okuluydu çünkü…
1948 “okul”undan öğrenecek çok şey var!

Ateşi ve ihaneti görmüş olan Kavazoğlu 1948 için şöyle diyordu:
“Bu olayların, bu zorlukların, bu çok büyük zorlukların içinde, grevin her aşamasında benim için sadece ‘teorik’ değil, aynı zamanda ‘pratik’ anlamda önemli çok zengin fikirler edindim. İşim ve insanlarla olan ilişkilerim için çok faydalı dersler çıkardım. İki sendikanın; PEO ve Türk sendikasının, ayrıca Türk ve Rum maden işçilerinin birliği, işbirliği bu derslerin merkezinde yer alıyordu. Zorluklar çok büyük ve engeller de adeta aşılmazdı. Ancak üstüne giderek, sorumluluk ve ciddiyetle, karşılıklı saygı, karşılıklı anlayışla grev çok önemli kazanımlar elde etti. Biri daha az, diğeri daha çok ama her iki sendikanın yönetimleri de önemli rol oynadı. Böyle mücadeleler rafa kaldırılmamalı, unutulmamalıdır…”
1964’ün ateşten gömlek günlerinde Kıbrıs’ın bölünmesine karşı bir çözüm ararken Kavazoğlu dönüp 1948 maden grevinden dersler çıkarıyor kendi meşrebince…

İşçiler önce beş gün grev ilan ettiler…
Emperyalist şirketin ilk cevabı çocuklara yapılan süt yardımını kesmek oldu…
Bir bardak sütte başlar 125 günlük sınıf savaşı…
Karşılarında Amerikan şirketi CMC ve İngiliz sömürge yönetimi…
Ayrıca Kilise ve Kıbrıs Türk liderliğinin şovenizmi…
Ve siz “125 gün” direniyorsunuz!
1948’in yokluk, yoksulluk ve iletişimsizlik çağını da hesaba katın. Grevden selfie çekip sosyal medyada paylaşamıyorsunuz…
Boşuna dönüp Kavazoğlu 1948’e bakmadı 1964’ün kan revan günlerinde…
Boşuna Fikret Demirağ “Lefke, Sevgilim!” demedi.
Hepsi 1948 yüzündendir…

Kıbrıs işçi sınıfının Britanya sömürgeciliğine ve ABD emperyalizmine karşı birlikte kafa tuttuğu tarihi olay…
Kıbrıslıların sınıf bilinciyle nasıl bir bütün olduklarını, Rumla Türk’ün nasıl etle tırnak olduğunun ilanı…
İşbirlikçi ve şovenist Türk ve Rum liderliklerine rağmen Kıbrıs işçi sınıfının birliğini korumak için verdiği mücadelenin destanı ve dersi…
Kadınların ve çocukların sınıf mücadelesinin bayrağına nasıl dönüştüğünün hikâyesi…
Lefke’nin dünya işçi sınıfının başkentlerinden birine nasıl dönüştüğünün belgesi…

Kıbrıs’ta kadın mücadelesinin doruğu diyebileceğimiz 1948…
Bir bardak süt için süresiz greve çıkanların erdemi ve bilinci, aklı ve iradesi…
8 Mart 1948!
Bu tarihi aklınızda tutun…
Ve anlatacağım hikâyeyi gözünüzde canlandırın:
8 Mart 1948!
Ne asi tesadüf, dünya emekçi kadınlar günü…
Ne kadın tesadüf, tarih 1948…
Ne anne bir tesadüf, yer Lefke…
Ne kızıl tesadüf, göze göz, dişe diş, sınıfa sınıf bir mücadele…
Canlandırın gözünüzün önünde!
Bir polis işçilere ateş açmak için silahını çeker, bir kadın polisin üzerine koşar…
Silahı havaya kaldırır, polisten silahı almak için mücadele eder…
Silahın etrafında dönerler…
8 Mart 1948’de Lefke’de Kıbrıslı işçilerin Kıbrıslılık ve sınıf bilinciyle verdiği mücadelede yaşanmış bir olaydır bu…
1948 Maden Grevi’nde çekilmiş o fotoğrafı hepimiz biliyoruz değil mi?
Madenci çocukları ellerinde pankartlarla yürüyor.
Üzerinde şöyle yazıyor:
“BİZİ DE FARKLI GÖRMEYİN MÜDÜRLERİN ÇOCUKLARINDAN”
Çocukların etnisitelerini taşıdıkları pankartlardaki Türkçe ve Rumcadan ayırt edebilirsiniz sadece. İşte Lefke 1948 buydu. Dil, din, etnik kimlik ayırt etmeden madenciler, madenci eşi olan kadınlar ve madenci çocukları tek beden olmuştu…

Bu yüzden Kavazoğlu öldürülmesine bir seneden az bir zaman kaldığı sırada “Böyle mücadeleler rafa kaldırılmamalı, unutulmamalıdır” diyordu…
1948 yılında Kıbrıs işçi sınıfının sermayeye, şovenizme ve sömürgeciliğe karşı mücadele verdiği sırada AKEL Genel Sekreteri Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Zachariadis’ten talimat almak üzere Yunanistan’a gitmişti…
“Doğrudan Enosis slogancılığına girmeye ve stratejiniz ile taktiğinizi buna uygun olarak yeniden adapte etmeye bakın” dedi Zachariadis…

Kavazoğlu şöyle diyor:
“Maalesef AKEL Kıbrıs Türkleri için yapmak zorunda olduklarını yapmadı. Daha da kötüsü, Enosis hattını, güya taktiksel nedenlerden dolayı, partiden bazılarının bana söylediği gibi, sağdan gelen tecridi uzaklaştırmak için takip etti… AKEL’in Enosis politikası bana yardım etmiyor, tam tersi beni zor durumda bırakıyor. Bir öncü olarak iki toplum arasındaki Türk-Rum dostluğunu ve işbirliğini inşa etmeyi ne kadar başaracağım? Enosis çizgisini izleyen AKEL’in politikası için Kıbrıslı Türk çalışma arkadaşlarıma ne der, ne cevap veririm?”
Kavazoğlu AKEL’in Enosis politikası konusundaki rahatsızlığını Moskova’nın uydusu Türkiye Komünist Partisi’ne de iletir. TKP’nin de Yunanistan Komünist Partisi ve AKEL’in Enosis politikasını benimsemesine “şaşırır” Kavazoğlu…
Şaşıracak bir şey yoktu aslında…
Geçen Pazarki yazıyı bu yüzden yazdım. Moskova’da devasa binaların üzerinde “Parti çağımızın aklı, şerefi ve vicdanıdır” sloganı yazılıydı. Bu sözü geçen yazıda AKEL özelinde sorguladım…
Tüm akılsızlığı, şerefsizliği ve vicdansızlığıyla 1941’den 1974’e AKEL’in aldığı kararları sorgulamadan 1974’ün bütün suçunu ABD emperyalizmine çıkarsak da, Taksim’in yoluna döşenen taşlar eninde sonunda başımıza yağar…
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu “başka bir siyaset”i mümkün kılmıştı. Buna rağmen AKEL’in çizgisinde değişiklik olmadı. Bağımsızlıktan sonra AKEL ilk kongresini Mart 1962’de yaptı…
Parti programında Enosis hedefi “Kıbrıs halkının kendi kaderini tayin etmesi” cümlesi ile yeniden yerini aldı diye yazar Fırtınalı Yıllar kitabında Ahmet An…
“Bağımsızlığın tamamlanması” kararını alır 1962’de AKEL. “Aslında bu politikanın da son durağı self-determinasyon hakkı üstünden Enosis idi” diye yazar Niyazi Kızılyürek Bir Hınç ve Şiddet Tarihi kitabında…
AKEL bağımsızlıktan sonra Enosis kararını tekrarlamadan önce Merkez Komite’nin 21 Aralık 1961 tarihli toplantısında “Artık Enosis terk edilmelidir” yönünde öneri yapan Pavlos Dinglis de bir sonraki Merkez Komite seçiminde Parti’den aforoz edilir…

Boşuna yazmıyordu Moskova’da binaların üzerinde “Parti çağımızın aklı, şerefi ve vicdanıdır” diye…
Bütün akılsızlığın, şerefsizliği ve vicdansızlığın adı “parti” olmuştu.
Enosis’e “hayır” dediği için partiden aforoz edilen Plutis Servas, Adamos Adamantos, Vasos Vasiliu, Miltiadis Hristodulu ve Kostas Partasidis gibi Cumhuriyet’in ilanından sonra “Artık Enosis terk edilmelidir” diyen Pavlos Dinglis de aforoz edildi…
“Parti” akılsızlığa, şerefsizliğe ve vicdansızlığa devam etti…
İbrahim Aziz Perde Aralığından kitabında Kavazoğlu’nun yakınlarından Leonidas Pafitis’ten aktarıyor:
“Partisinin olaylara tek taraflı bakması Kavazoğlu’nu rahatsız ediyordu. Parti’nin Enosis politikası ile hiçbir şekilde uyuşmuyordu, uyuşmadığını bana büyük bir üzüntü ile ifade ediyordu. Kamuoyu önüne çıkıp görüşlerini alenen açıklamaktan kaçınması nedeniyle, Kıbrıslı Türklerin kendisi hakkında olumsuz yorumlar yapmasından kaygılanıyordu.”

Bu çaresizlik yüzden Kavazoğlu ölümünden kısa bir süre önce 1948’deki maden mücadelesini okumaya koyulmuştu…
Çünkü arayan her zaman çaresini, şarkısını, manifestosunu bulur. Bizim tarihimizde de o şarkı vardır, Fikret Demirağ’ın dediği gibi:
“Kim ki bu halkı ‘şarkısız’ bilir
ya da ‘şarkısız bırakanlar’ı değil
‘bırakılan’ı görür
ve küçümseme oklarını ona yağdırır,
kendi içindeki ‘şiir’i de
küçümsemiş, ve
yadsımış olur.”

1958, 1962 ve 1965 terör dalgasında Kıbrıslı Türk yurtseverler katledilirken Enosis yemininden dönmeyerek “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” diyen aydınları nasıl yalnız bıraktıysa AKEL bugün de aynısını yapıyor…
Dün Kıbrıslı Türk aydınları Enosis politikasıyla yalnızlaştırdı. Bugün ise kendine biat etmeyenlere saldırıyor…
Avrupa Parlamentosu seçimleri bahanesiyle Şener Levent’e ettikleri lafları yarın tükürdükleri gibi yalayacaklar ama tarih affetmez. AKEL’in umurunda olmaz ama bir seçim uğruna AKEL’in kuyruğuna takılanlar “Parti”nin ağzından çıkan sözlerden sorumludur…
Seçimler gelir geçer…
Ama bu sözler kalır…
Akılsızlık kalır…
Şerefsizlik kalır…
Vicdansızlık kalır…

Neden hep AKEL’in geçmişini kazıdık şimdi anladınız mı? Geçmişin hesabını vermeyenler küstahlaşırlar! Hiçbir güncelliği kalmayan Enosis politikasının bile özrünü dileyemedi bu “Parti”. Oy mu kaybeder dilese?
Parti’nin 1941’den 1974’e Kıbrıs tarihine ihanetinin hesabını sormazsanız 2019’da hâlâ 1942-44’deki Enosis kararını konuşmak zorunda kalırız…
Ve sorarız: Kavazoğlu boşuna mı öldü?
Eskiden AKEL’i eleştirip şimdi kuyruğuna takılanlar hiç kusura bakmasın. Eski düşüncelerinizi duymaya devam edeceksiniz…
Dostoyevski’nin Ecinniler romanında Stravrogin şöyle der:
“Eski düşüncelerimi yeniden duymak hiç hoş değil benim için. Bitiremez misiniz artık?”

(12 Mayıs 2019 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)