
Faize Özdemirciler – Daha az sevmeye başlamıştık Kıbrıs’ı epey bir zamandır, giderek daha az, küçülerek ve küçülterek…
Sağımızı kurtlar azdırıp durdu, solumuzun ruhunun derin kuyularında ise kurbanın cellâdına geliştirdiği hayranlık, bir çocuk gibi el bebek gül bebek büyütüldü…
Sağımızdan ne kadar çoğaldıysak o kadar öldük, solumuzdan ne kadar ölmeyip sağ kaldıysak o kadar yaşayan ölülere döndük…
Sol elini kullanmaya kullanmaya kötürümleşen Adem’ler gibi Havva’lar gibi, kurtlandıkça kurdunu seven bir elma, iki elma, binlerce elma gibiydik sanki…
Unutur gibi seviyorduk Kıbrıs’ı, giderek daha az ve yalancıktan, her gün biraz daha az hatırlayarak, daha çok unutarak seviyorduk…
İnsanlıktan istifa eder gibi, kardeşlikten firar eder gibiydik sanki…
Kıbrıslılar olarak her gün biraz daha az istiyorduk aslında Kıbrıs’ın birleşmesini, bütün mesele bunu ilk önce hangi tarafın itiraf edeceğindeydi, Rumlar da Türkler de bunu ilk defa söylemiş olmamak için söylemiyorlardı sadece, hepsi buydu!
Dünyanın en büyük zulmü olan işgalin içini boşaltarak, savaşın adını barış koyarak, barışın içini tam takır yaparak, adı değiştirilmiş köylerimizde kaybolarak seviyorduk…
Güney’i ve Kuzey’i büyük harfle yazarken, Güney’den ve Kuzey’den iki ayrı ülke yarattığımızın farkına varmadan…
Birleştirmek için çıktığımız yollardan, güneyi ve kuzeyi biraz daha birbirinden ayırarak kopararak dönüyorduk ama yine de dostlar barış mücadelesinde sansınlar diye bizi, birbirimizden ayrılmıyorduk, dağılmıyorduk, yalnız kalmaktan ve parti rozetlerimiz olmazsa hiç olacağımızdan korkuyorduk çünkü…
Güney Kıbrıslılar, Kuzey Kıbrıslılar, Yeni Kıbrıslılar, Eski Kıbrıslılar diye diye adları ve kimlikleri çoğalta çoğalta adsız kala kala seviyorduk Kıbrıs’ı…
Daha az seviyorduk, ölür gibi, öldürür gibi, öldürenlere, yaralayanlara ve yağmalayanlara göz yumar gibi sanki…
Daha az seviyorduk ve pek çok tarih gibi adanın bölünmesinin tetiğini çeken 15 Temmuz ile 20 Temmuz tarihlerini de saptıra saptıra…
Biz o Temmuz’da, sadece babalarımızı, kardeşlerimizi değil, çocukluğumuzu gençliğimizi değil, sadece köylerimizi, evlerimizi, hatıralarımızı değil, kendimizi de kaybetmiştik ve değerini ancak 46 sene sonra sonra anladığımız pek çok şeyi…
Belki de sadece iki tarih vardır bu coğrafyanın hayatında, ki yarım asırdır sürüyor eziyeti, öde öde bitmiyor bedeli…
Korona salgınından geçerken yalnızlığımızın farkına varamıyor, bu ülkenin insanları olarak birbirimize dört elle sarılamıyorsak ve kuzey ile güney arasında örülen kıytırık duvarı yıkamıyorsak hâlâ, bir 50 sene de bunun eziyeti sürecek…
Yıllar sonra, Korona salgınında güney ile kuzeyin neden birlikte hareket edemediğini soran çocuklara “hiçkimse bunu söylemeye cesaret edemedi” demeye utanacağız…
Eğer yaşlanırsak, büyük olasılıkla, muazzam bir pişmanlık düşecek bugünlerden payımıza…
(Görsel: Deniz Işılsoy)
(1 Mayıs 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)