
Faize Özdemirciler – Sesler söze dönüşemeden birbirine karışıp kuru gürültü olurdu eskiden, ama, kuru gürültü bile hayatın bir işareti sayılırdı, şimdi kuru bir sessizlik akıyor sokaklardan, hayallere pusu kurulmuş, belirsizlik vurmuş hançeri bütün planlara.
Sessizlik sokakları, sokaklar geçmişimizi yalanlıyor, maskeler yüzleri yüzler geleceğimizi örtüyor…
Ne yangın işe yaradı ne salgın, ne ateş birleştirebildi bizi ne virüs, sadece ömürlerimizi tüketerek geçip gitti zaman, nerdeydik hiçbir yerde, ne yaptık hiçbirşey, hepsi bu!..
Her Pazar çan sesleri ile ezan birbirine karışarak camlara vururdu ve bunun bile bir anlamı olurdu eskiden, şimdi ezanlar adanın kuzeyindeki Kıbrıs’ın öldüğünün kara haberini veriyor, çanlar ise gelecek karanlık günlerin…
Ne “Güzel günler göreceğiz çocuklar” diyen bir Şair kaldı buralarda, ne de güzel günlerin hayalini kuran…
Çünkü hiç “ada”sından doğmadı, illa ki “ana”sından doğdu memleketi kurtarmaya aday olan…
Korkulur başka bir ülkeye “anavatan” diyenlerden, korkulur başka bir ülkeye “anavatan” demeyenlere “vatan haini” diyenlerden…
Korkulur kendi ülkesinin sınırlarına mukayyet olamazken, kendi diline mukayyet olanlardan, “susma sustukça sıra sana gelecek” deyip de susanlardan, sıranın kendilerine geldiğini görmek istemeyenlerden korkulur…
Kendi dilini kuramamış siyasi ağızlardan, oturduğu makamı hazmedememiş sağlı sollu siyasi kabızlardan, haysiyetsizliğin bayrağını adeta milli bir gururla taşıyanlardan…
Korkulur bunlardan!
Korkulur, kendi ülkesinin başka bir ülkenin arka bahçesine, kalınbağırsağına, çöp tenekesine dönüşmesine hiç mukavemet göstermeden razı olanlardan…
Nüfusu başka bir ülkeden, nüfuzu başka bir ülkede, bayrakları yalancı, bayramları yabancı, dini imanı ve hatta Allah’ı bile dayatma, korkulur bu topraklara dadanan küflü kafalardan, korkulur bu küflü kafalara itaat etmeyi vatana hizmet sananlardan.
Korkulur dağdan gelip bağdakileri kovanlardan. Korkulur kendi bağlarından kovulduğunun farkında olmayanlardan. Üzümü yeyip de bağını sormayanlardan.
Korkulur bunlardan!
Ne yapsak ne etsek, tutamadığı yasların kurbanı olacak üzerinde yaşadığımız bu bedbaht coğrafya, çünkü korkulur yasını tutamayan, bir gözü ağlarken bir gözü gülen toprak parçalarından.
Dağılmanın boyutu o kadar şiddetlidir ki, sokak bu sefer o kadar çıkmazdır, kuyu o kadar dipsiz ve karanlıktır ki, kılavuza bile gerek yoktur artık, vardık varacağımız o malum köye. Bu ölümcül dönemeçte “ada”mızdan doğmayı başaramadığımız takdirde, yakındır o günler, cellat “yavru”lar doğacaktır cellat “ana”dan…
Cellatlardan korkulur, hem cellat hem kurban olanlardan daha çok korkulur…
Korkulur kendi “Deniz”lerini yutan, kendi “İbrahim”lerini, kendi “Helin”lerini öldüren, kendi türkülerini susturan, kindar ve dindar “ana”lardan…
Koronadan bile korkulmaz bunlardan korkulduğu kadar…
“Bütün işgalciler nasıl gittilerse, son işgalciler de öyle gidecekler” diyerek teselli olmanın zamanı geçti, bu bir masal değil, kırmızı şapkalı kızın kurdun casusu olduğu anlaşıldı çoktan…
(Görsel: Utku Karsu)
(12 Mayıs 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)