
Faize Özdemirciler – Ne zaman kendimi işgale örtü olan pis rejimlerin gölgesinde yaşanan ifade özgürlüğü tartışmalarının içinde bulsam; ne zaman kendimi, demografik bozguna uğramış bu yerde yaşanan çarpık ırkçılık tartışmalarının içinde bulsam; kendimi ifade edecek söz bulamam; çekilirim, işgali örten abesle iştigal analizler deryasında boğulmamak için, çekilirim ve susarım…
Öyle zamanlarda “yalnızlıktan kurtulup yalnız kalmak isteyen” o dünya güzeli Şair’de alırım soluğu…
“Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” şiirinden başlar, buradan da, Metin Erksan’ın 1965 yılında çektiği ve Türk sinemasının hiç tartışmasız başyapıtlarından biri olan “Sevmek zamanı” filmine uzanırım…
Çünkü Attilâ İlhan’ın şiirinde de, “Sevmek Zamanı”nda da “böyle bir sevmek görülmemiştir”…
Eksilen hüznümü tamamlar, ayrılığı da sevdaya dahil ederim…
Bir yerlerden fırlatılmışçasına bu şehrin sokaklarını dolduran kuru kalabalığın vatansızlığına benzer benim de vatansızlığım…
Sahipleri tarafından terkedilince kırılan evleri, çocukluk evlerini kaybedince bir daha hiçbir eve evim diyemeyen ve yaşlandıkça hırçınlaşan çocukları düşünürüm.
Ne zaman canım çekse, “ben unutulsam yazdığım şiirler unutulsa, senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım, eski padişahlar gibi unutulsa ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam, ellerim seni unutsalar” diyen Attilâ İlhan’ı okusam, bir gazete recmedildikten sonra ölen ve ölüsü ortada kalan Lefkoşa’da, İstanbul gelir aklıma…
Ne zaman televizyon ekranlarında, Türkiye’de iktidarı ele geçiren o vasat Türkçe’ye, o kulak tırmalayan mide bulandıran dile toslasam, dünyadan göçüp gitmeyi neden bu kadar aceleye getirdiğine akıl erdiremediğim şair arkadaşım Enver Ercan’ın yazdığı “Türkçe’nin Dudakları”nı açarım önüme…
İktidardaki Türklerin berbat dili karşısında, nasıl da hüzünlendirir insanı bir Kürt şairin bakımlı Türkçe’si, nasıl da hüzünlenir insan Kürtçe’nin büyük ustası şair Selim Temo’nun muhteşem Türkçesi’yle haşır neşir olunca…
Sesinde yalnızlık mı, orman mı, belli değil… Ağzında yırtık bir geçmiş, yara ve tuz, hoş geldiniz ey acı diyor, kapısız evlerden gelmişsiniz, buyrun susun diyor. Susarım…
Ne zaman yalanlara karnı doymayan bu coğrafyaya ülke, yılanları koynunda besleyen bu tarihe kahraman deseler, önce babamın yazılmamış hatıralarına, sonra da Fikret Demirağ’ın zeytinlerin harnıpların gövdelerinden fışkıran acılı şiirine giderim…
Ne zaman Türk şairlerin şiirlerine gitsem sakat doğmuş bir cumhuriyet çıkar karşıma.
Ne zaman Kürt şairlerin şiirlerine gitsem yine sakat doğmuş aynı cumhuriyet.
Ne zaman Kıbrıslı şairlerin şiirine gitsem, sakat doğmuş bir başka cumhuriyet…
Şiirin ağzından sarkan sakat cumhuriyetler, hayatın ağzından da sarkar şimdi Lefkoşa’da…
Salgın nedeniyle kapatılan kapıları bahane ederek güneyde çalışan işçilere kendi yurtlarında sürgün hayatı yaşatanlar geçer önümden, yüzlerini ararım bakmak için, yok, yüzleri yok, göremem…
Sakat doğmuş cumhuriyetler sarkar Güneyin işçilerinin gözlerinden…
Vaktidir! Güneyin işçilerinin şiirini yazmaya gidiyorum ben…
(9 Haziran 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)