
Faize Özdemiciler – Şair Cemal Süreya, Ankara için “İyi kalpli üvey ana” derken elbette ‘ironi’ yapmıştır…
1938 yılında Dersim’den Türkiye’nin batı illerine sürgün edilen onbinlerce insan arasında Cemal Süreya’nın ailesi de vardı.
Henüz 9 yaşında olan Şair’in aklından hiç çıkmaz o zoraki yolculuk, havlayan köpekler ve polisler:
“Bizi kamyona doldurdular
Tüfekli iki erin nezaretinde
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar
Tarih öncesi köpekler havlıyordu”
Cemal Süreya bilmeyecek de kim bilecek Ankara’nın ‘üvey ana’ olduğunu ve de ‘iyi kalpli’ olmadığını…
Şair’in “iyi kalpli üvey ana”sı Ankara, “öz” gibi lanse edilse de, kimsenin dili varmasa da söylemeye Lefkoşa’da da “üvey”dir, üstelik, sadece iyi kalpli olup olmadığı değil, gerçekte bir kalbinin olup olmadığı bile tartışmalıdır…
Kutlu Adalı, öldürülmeden sadece 2 gün önce 4 Temmuz 1996 tarihinde Yenidüzen’de yayınlanan “Sopa ve Sıpa” başlıklı son yazısında “Anavatan Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk, öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bir devlet Başkanı, bir Devlet Adamı Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı, elini de kaybeder kolunu da. Yavru elden gitmiştir, ortada artık Ana vardır” demişti…
“Ana bu, döver de, sever de” demiş ve iki gün sonra, 6 Temmuz 1996’da, yaseminlerin en güzel tüttüğü saatlerde, Lefkoşa’da, evinin önünde katledilmişti…
Adalı’nın katledildiği 96 yılından bu yana hafızalar dumura uğradı, faili ‘meşhur’ bu cinayet de 74 öncesinde yaşanan diğer siyasi cinayetler gibi ‘meçhul’e yazıldı ve açıkçası ailesi dışında hiçbir siyasi parti ya da örgüt bunun hesabını sormadı, Adalı’nın bedeninden çıkan kurşunların akıbetini merak etmedi…
Meclise hapsolduktan sonra soluğu kesilen ‘sol’ katledilenlere topluca ‘demokrasi şehidi’ diyerek, her sene mezar başlarına karanfil bırakmaya ve orada nutuk atmaya indirgedi mücadeleyi…
1996’dan bugüne gazete arşivlerini şöyle bir tarayın, en sağcısından en solcusuna, en akıllısından en aptalına, en barışçısından en savaşçısına, “Anavatan-Yavruvatan” siyasetinin izinden gitmeyen politikacı bulamazsınız, zaman zaman bunun dışına çıkmaya heves edenler de, -tıpkı bugünlerde olduğu gibi- kısa sürede geri adım atarak çarketmişlerdir…
1974’te deliliğin zirvesine tırmanan Temmuz, “Yavru” kuzeyde “Ana”sıyla başbaşa kaldıktan sonra da akıllanmamıştır, 1996’da delirmiştir, 2000’de delirmiştir…
İçinden geçmekte olduğumuz şu salgın günlerinde, kimse ilgilenmese de, yeniden 74’tekine benzer şekilde delirmesi an meselesidir…
Zaten Adalı’nın katledildiği günden bu yana, “Anavatan” daha fazla “Sopa”, “Yavruvatan” daha fazla “Sıpa”dır…
Kıbrıs her zamankinden daha az “ada”, Kıbrıslılar eskisinden daha az “adalı”dır…
(6 Temmuz 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)