Çilek kırmızısı bir bayrak altında

Aziz Şah – Yayla sahilinde iki mülteci polisten kaçtıkları için vuruldu…

Bütün haber kaynakları “polis kaçan iki göçmeni vurdu” diyor…

Göçmen ülkesini rızasıyla ve pasaportla terk edene denir, savaştan kaçana değil…

Onlar göçmen değildir. Mültecidir, sürgündür, sığınaksız sığınmacıdır, belgesiz insandır, tehcir edilendir, sağanakta kalmış sığınmacıdır…

Brecht der ki:

 “Hep yanlış buldum bize verdikleri ismi: Göçmenler.

Ülkesini terk eden demektir, göçmen.

Oysa biz terk etmedik kendi irademizle hiçbir yeri.

Ne başka bir ülkeyi seçtik kendi arzumuzla,

Ne başka bir ülkenin topraklarına geldik,

Ne de mümkünse orada kalıp yaşayalım istedik.

Sadece, kaçtık.

Sürüldük, yurdumuzda yaşamaktan men edildik.

Bir evimiz bile yok, sürgünüz sadece,

Bizi kabul eden bir ülke çıksın diye,

Bekliyoruz içimizde bir huzursuzluk,

Sınıra en yakın yerde.

Her küçük değişimi, sınırların ötesini gözlemekte, her yeni gelene,
heyecanla sorarak hiçbir şeyi unutmadan
ve umutsuzluğa düşmeden.
Ve de hiçbir şeyi affetmeden, yapılanları affetmeden.
Ah, zamanın bu suskunluğu bizi aldatamaz.
Çığlıkları duymaktayız.
Toplama kamplarından ta buralara geliyor.
Biz değil miyiz, cürüm fısıltıları gibi, sınırları
aşıp da gelen.
Her birimiz tek tek, yırtık pabuçlarıyla kalabalığın arasında gezinen, ülkemize sürülen bu utanç lekesinin ispatıyız.
Ama bizden hiç kimse buralarda kalmayacaktır.
Henüz son sözümüzü söylemedik.”

Polis bülteninde polisin vurduğu mültecilerin isimleri yazmıyor, yaşları yazmıyor, yerle bir edilmiş yurtları yazmıyor…

AB fonu ile projeler yaparlar, paraları havaya saçarlar. ‘Mülteci’, ‘şartlı mülteci’, ‘göçmen’, ‘düzensiz göçmen’, ‘sığınmacı’ kime denir; bunu lüks otellerde yapılan “work shop”larda önce gazetecilere öğrettiler, sonra polislere!

‘Mülteci’ kelimesi yerine ne yazarsak “yapıcı bir dil” kurarız diye para alıp düşündüler. Mültecileri kendilerine meslek ettiler…

Mültecileri yaratan, halkları tehcir eden, önce kadınları ve çocukları sürgün eden savaşlara karşı çıkmadılar, “savaşa hayır” demediler; savaşa silah gönderen ve paralı askerlere maaş ödeyen ülkelerden para alıp şirketleşen sivil toplum örgütlerinde “aktivizm” yapıp düşündüler, “mülteci” yerine ne yazsak acaba?

Polis savaştan kaçan iki insanı vurdu…

Kelimelerle uğraşan insan kelimeleri yaratan sistemi görmedi, duymadı, bilmezden geldi…

Eğer sistemle savaşsaydı insan, mülteci kalmamıştı yeryüzünde…

Limnidi’de bir duvar vardır, üzerinde de kocaman bir Brecht portresi! “Brecht’in Limnidi’de ne işi var?” demeyin sakın…

Yayla sahiline çıkan mültecilerin ne işi varsa Brecht’in de o işi var…

Brecht çilek yemeye geldi adamıza mülteciler ise greyfurt yemeye…

Limnidi’de bir duvarda Brecht’in bir resmi asılıdır…

Lefkoşa’da en son ne zaman oynandı bir sahnede Brecht’in bir tiyatro oyunu?

En son ne zaman Brecht’in sesiyle ayaklandı Arabahmet, Çağlayan, Bandabuliya?

-“İş marş marşa geldi mi, çok kişi bilmez

Gerçek düşmanlarının tepelerinde marşa durduğunu.

Onlara emir veren ses

Düşmanın sesidir.

Düşmandan konuşan kişi de

Düşmanın ta kendisi.”

Limnidi’de bir duvarda çilek yiyen Brecht’in resmi asılıdır…

Lefkoşa’da en son ne zaman çilek kırmızısı bir bayrak gibi dalgalandı Brecht sahnede?

(10 Temmuz 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author