
Şener Levent – Ruhumuza bir EOKA, bir TMT gibi bir kasvet çökmüş, nar taneleri gibi dağılmış, fırtınada savrulmuş gibiyiz…
Yaşadığı trajedileri bir daha yaşamaktan korkan ama aynı şeyleri bir daha yaşamamak için ne lazımsa yapmayan, dünü unutan, yarını umursamayan ve yalnız bugünü yaşayan bir topluluk…
Gelecek için umutlu olmanın geleceği kurtarmaya yettiğini sanan bir topluluk…
Başkaldıran değil teslimiyetçi…
Yaşadıklarımız sevgi ve merhametle doldurmadı bizi…
Nefretle doldurdu…
Bu sokaklarda, bu caddelerde, bu evlerde iyi ve güzel haberler bekleme yorgunu insanlar yaşar…
İyilik ve güzellik de hileli…
Sevgili bir ölümüzün cenazesindeki halimize hiç benzemiyor mezarlıktan çıktıktan sonraki hallerimiz…
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşamak karakterimiz…
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşamak cani yapmaktan başka bir işe yaramadı bizi…
Korkak…
Acımasız…
Açgözlü…
Ne pişmanlık var ruhumuzda, ne de özür…
Sen ey canım kardeşim…
İyisin hoşsun ama bir rahip gibi çıktın karşıma…
Vaaz veriyorsun…
Nefret söyleminden vazgeç diyorsun…
Vazgeçelim tabii…
Ama öğret önce bana…
Maskesiz sokağa çıktı diye şu kızı saçlarından sürükleyen polisi nasıl yazayım?
Şu kafa kesen cihatçıyı…
Şu insanları suçsuz yere hapse tıkan adamı…
Şu bize hainlik ve alçaklık basan herifi…
Nasıl anlatayım?
“Öldürmek benim sanatımdı, esirlerin icabına ben bakardım” diyen yaşlı caniyi…
Toplu katliamlarından sonra şimdi Larnaka’daki deniz sahilinde balıkçı lokantası işleten katili…
Nefrete bulaştırmadan sevgiyle nasıl yoğurayım?
Hitler’i, Mussolini’yi, Franko’yu…
Batista’yı, Pinochet’yi, Videla’yı…
Pol Pot’u, Saddam’ı, Çavuşesku’yu…
Ve Ariel Şaron’u…
Ve Tayyip Erdoğan’ı…
Bu çocuklara nasıl anlatayım?
***
Sen ey canım kardeşim…
Irkçılığa karşı mücadeleye mi adadın kendini?
Siyah tenli çocuğa “arap” denildiği için mi kızıyorsun?
Bırak bu boş lafları…
Şu kocaman bayrağa bak bu dağlara…
Ne tütüyor?
Yasemin değil herhalde…
Irkçılık!
Şu plaja bak…
Türkler girer, Rumlar giremez!
Ruma Rum diye, Türke Türk diye yasaklanan şeylere bak…
Al eline ilkokul çocuğunun tarih kitabını…
Orada yazılanlara bak!..
Camilerde okunan fetih dualarına bak…
Kürtlere bak Kürtlere…
Evinde bir kitap bulundurdu diye kelepçelenerek Sarayönü’ndeki mahkemeye sürülen kadına bak…
Bırak arapcığı marabcığı…
“Arap Ali Destanı” var bu memlekette…
Arap demezsen kimse anlamaz…
Beni Arap Sünnetçi sünnet etti…
Arap Şekibe doğurttu…
Dünya tatlısıydı…
Sen o devirleri yaşamadın ahbap…
Esmer tenli kızlarına anneleri “halayıcığım” diye çağırırlardı…
***
Neden esası bırakıp bu hallere düştük bu memlekette…
Neden?
Kasvet içindeyiz, parçalamış bir vücut gibi, dağılmış nar taneleri gibiyiz işte…
Görmüyor musun, tanklarıyla, tüfekleriyle, torpidoları ile, insansız hava araçlarıyla nasıl fink atıyorlar ensemizde…
Sen bunlara bak bunlara…
Sen ey canım feminist kardeşim…
Kadın demeyip ”bayan” dedim diye…
“Anasını satayım” dedim diye…
Bana kızacağına git yurdunu işgal edenlere ve bölenlere kız!
Şiddetten kadınları korurken, ülkeni de asker postallarından koru!
***
Statükocu olmayan kaç kişi kaldı bu memlekette?
Sen söyle Nikos…
Kaç kişi?
Sen de var mısın içinde?
Nasıl gidiyor işler statükoda?
Tamam mı?
Pasaport satışları falan…
Devam statükoya devam…
Bir soru sordular bana…
Ben de sana sorayım…
-İki cübbeli adam, ağzına yandılar Kıbrıs’ın… Biri papaz, diğeri kim?
Ben çıkamadım bu işin içinden, arap saçı desem ırkçı sayarlar…
“Ayşe evine dön” desem Ayşeler kızar…
İşte sana bir meydan:
Elefteria!
Bir meydan daha:
Sarayönü!
Bağır bağırabildiğin kadar…
Yer gök dinlesin…
Dağlar inlesin!
(26 Ağustos 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)