
Faize Özdemirciler – Bir sabah uyandık; biri yazlık biri kışlık olmak üzere iki sineması olan köyde, kışlık sinemanın camiye, yazlık sinemanın marangoz atölyesine dönüştürüldüğünü gördük…
Aradan yıllar geçti, bir sabah uyandı; camisi olan bir köye hiç gerek yokken ikinci caminin de yapıldığını gördük…
Bir sabah uyandık; CTP’li Ferdi Sabit Soyer’in “Ha Kuran Kursu ha tenis kursu farketmez” diyerek Kuran kursu tartışmalarını sulandırdığına tanık olduk…
Lefkoşa’ya yaklaşırken 4 minareli bir caminin temellerinin atıldığını gördük, sonra sözkonusu camiye milyonlarca dolar harcanacağını, caminin 6 bin kişinin ibadet edebileceği büyüklükte olacağını ve adının da Hala Sultan olacağını öğrendik…
Bir sabah uyandık; imam hatip lisesi dememek için, ilahiyat koleji dedikleri okulun açılışında kurdele keserken objektiflere şaşkın bir şekilde sırıtan sağlı sollu siyasetçileri gördük. Tekbirler eşliğinde kurdelenin kesildiği açılışta sağcı bakanlardan birinin kısık bir sesle “bu ortamda kendimi yabancı hissettim” dediğini duyduk…
Aradan yıllar geçti, bir sabah uyandık; imam hatip okulunun mezuniyet töreninde yapılan ve Kıbrıslıtürklerin yaşam tarzına saldırı niteliği taşıyan laiklik karşıtı gerici konuşmaları hayretler içinde kalarak dinledik…
Bir sabah Ezan sesiyle uyandık; o gece nedense hoparlörler sonuna kadar açılmıştı, uyuyamadık…
Uykusuz bir şekilde düştük yollara, aaaaaa, Yakın Doğu Üniversitesi’ne cami yapılıyor, hem de beş minareli, bunu gördük…
İslamofaşist Erdoğan rejimine yaranmanın ölçüsü sadece cami yapmak değildi, minare sayısını da artırmak icap ederdi…
Bir sabah büyük bir patlama sesiyle uyandık, Beşparmaklara füzeye benzer bir cisim düşmüştü, başbakan uyanamamış, olay yerine gidememişti…
Bir sabah uyandık ve başbakanın sabahın köründe Türkiye’den gelen komutanlarla ve bakanlarla Hala Sultan Camisinde sabah namazını kıldığını gördük…
Bir sabah uyandık; diktatörün bir işaretiyle Afrika’nın önünde toplanan güruh, bir yandan “ya allah bismillah allahuekber” diye bağırıyor, bir yandan da taşları ve demir cisimleri iştahla Afrika’nın camlarına atıyordu…
Aynı gün, Tatar’ın gazete taşlayanlarla gülümseyerek fotoğraf çektirdiğini gördük..
1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülen İstanbul’daki Ayasofya ibadete açılınca, Tatar’ın Erdoğan’ın Ayasofya zaferini selamlamak için Lefkoşa’nın Ayasofya’sında namaz kıldığını gördük…
Seçim yaklaşınca, din bezirgânlığını, takiyyeyi gördük…
Bir sabah uyandık; Tatar’ın, Şeyh Osman & Büyük Türkiye Dergâhı’nı ziyaret ettiğini gördük ve böyle bir dergâhtan ilk defa haberimiz oldu…
Örgütlenmiş gericilik siyasilerin eliyle meşrulaştırılıyor, din tüccarlarının önü açılıyordu, bir sabah uyandık ve bunu gördük…
Dergâhın başında kendini şeyh ilân eden adamın konuşmalarında vasatın, bayağılığın ve haddini bilmezliğin dibini gördük…
Kimbilir daha ne dergâhlar ne şeyhler vardı bilmediğimiz…
Bir sabah evet bir sabah uyanacağız ve karşımızda Kıbrıs’ın ölüsüyle birlikte, ölümüzün körünü göreceğiz…
(1 Eylül 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)