İtaat başımızın tacı, itiraz kayıp, öfke firarda

Başka ülkelerin başka toplum ve kültürlerin gerçeklerinden üretilmiş kavramları bu ülkenin sorunlarına monte ederek konuşuyoruz.

Belki hoş konuşuyoruz, güzel konuşuyoruz ama boş konuşuyoruz.

Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarabilir ama tatlı dil faşist bir diktatörlük ile mücadele edemez.

Tatlı dilimizle kendisi gibi düşünmeyen herkesi hapse tıkan, insan haklarının da isyan haklarının da ağzına yanan gerici bir iktidarı yola getirebileceğimizi sanıyoruz…

Bu yüzden konuştuğumuz herşey gerçek hayatın duvarına çarpıyor, karşılığını bulamayıp hızla geri dönüyor.

Buradan kuru bir gürültü kopuyor sadece. Duyan da mücadele sanıyor.

Bizi işgal edenlerden demokrasi talep ediyoruz, bize esir muâmelesi yapanlardan, bizi kendi çıkarları için şantaj malzemesi olarak kullananlardan, bizi kendi istedikleri şeye dönüştürmeye, baskıyla dayatmayla kendilerine benzetmeye çalışanlardan irade talep ediyoruz…

Demokrasi derken neyi kastediyoruz, irade derken neyi, hiç belli değil, dostlar alışverişte görüyor bizi ama ne alıyoruz ne satıyoruz ne ödüyoruz belli değil…

Aman kimseyi ötekileştirmeyelim gailesiyle dillerimizi yumuşattıkça karşımızdaki güç taraftarlarıyla birlikte daha beter zıvanadan çıkıyor, başkalarını ötekileştirmeme gailesi bizi öteki durumuna sokuyor kendi yurdumuzda…

Aman da aman sağ ile sol arasında eskiden var olan uçurum kapanmış, mesafe sıfırlanmış, sağ solun kavramlarını çalarak konuşuyor, sol sağın hissiyatıyla hareket ediyor, bazılarına çok hoş görünen bu uzlaşma mide bulandırıyor…

Türkiye hükümetinden gelen bütün müdahaleleri tehditleri aşağılamaları sağlı sollu aynı şahsiyetsiz aynı haysiyetsiz dille karşılıyoruz…

22 Ocak 2018 tarihinde Ankara hükümeti Lefkoşa’da neler yaptırabileceğini, burada liberal demokratlar tarafından ‘göçmen’ olarak kabul edilen nüfusunun nelere kadir olabileceğini açıkça gösterdi, daha ne yapsın!

22 Ocak 2018’de “Kıbrıslıtürkler Türkiyesiz bir çözümde kendilerini güvende hissetmezler” tezi çöktü.

Erdoğan’ın politikalarını onaylamayan Kıbrıslıtürklerin kendi ülkelerinde polisin himayesinde saldırıya uğrayabilecekleri, siyasilerin ise bu saldırıyı sadece perde aralıklarından seyretmekle yetinebilecekleri ve bunun da çoğunluk tarafından ‘normal’ sayılabileceği ortaya çıktı…

1974 harekâtında sadece Türklere değil Rumlara da ‘barış’ getirme iddiasında olan ‘laik garantör’, 22 Ocak 2018’de ‘İslamcı garantör’ olarak Kıbrıslıtürklere şiddet, savaş, baskı ve korkudan başka bir şey getiremeyeceğini kanıtladı…

Bunu anlamak için 22 Ocak saldırısından sonra 26 Ocak 2018 tarihinde yağmur altında yapılan yürüyüşe bakmak yeterlidir…

Sendikal Platformun binlerce kişinin katıldığı yürüyüşte atılan sloganları nasıl törpülediğini, “Afrika”yı arkasına alarak kurduğu sahneyi ve orada konuşanların saldırıya dair tek laf etmeden kürsüden inip ifade özgürlüğü için yürüyen kalabalığa “tamam bitti dağılabilirsiniz” dediklerini hatırlayın…

Mülâyim bir dil dört yanımızı kuşatmış…

İtaat başımızın tacı olmuş, itiraz kayıplara karışmış, öfke firarda.

Bizlerse derin uykularda…

(9 Kasım 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author