
Faize Özdemirciler – Adadan gelen bir cinâyet ya da bir yangın haberi, uzaklarda yaşayan Kıbrıslıların yüreklerini ateşleyip kül etmeye yeterdi eskiden…
Artık ne hoplayacak ne yanacak yürek kaldı, ses çıkmıyor artık ne kürekten ne yürekten…
Şehirde ne zaman bir balkon bulsam, en çok da ‘sabaha doğru’larını özlediğim o kayıp köye giderdim…
Beyaz güller imkânsıza dönüşmüş, kısmet sözcüğü yerleşmişti tanrısız dudaklara bile…
Beni kimse çağırmamıştı o şehre, kendim gitmiştim. Tıpkı o şarkıda olduğu gibi kendim etmiş kendim bulmuştum. İyi de etmiştim, iyi de bulmuştum.
Hem hüzünlüydüm, hem mutlu giderken…
Bir aşk nasıl başlar diye sorsalar gülün açtığı gibi, derdim!
Bir gül nasıl açar diye sorsalar hiç görmedim bilmem, derdim!
Elma gibi nasıl bölünür ortasından bir ada diye sorarlardı, babamın değil, yeraltı teşkilatlarında kendi vatanlarını başka bir ülkeye teslim etmek için birbirlerini pusuya düşürüp öldürmeyi vatani görev sayan babaların sevdası derdim.
Uykuya yenildiğim ve kendimi gerçekleşecek rüya sandığım zamanlardı.
Şiir aramaya çıktığım o ilk an’ı hiç unutmam, kendimi dallarında küçük bir el radyosunun asılı durduğu o ağacın altında bulmuştum.
Annemle babam sabahın ses yıldızın Zeki Müren’den şarkılar dinlemekteydiler…
Düş neydi bilirdim, düşmek neydi, bilirdim…
Düştükten sonra kalkmayı şiirlerden şarkılardan ve türkülerden öğrenmiştim.
Ben adaya döndükten kısa bir süre sonra kapılar açılmış, duvar sinmiş, barikatlar mühürler kimlikler pasaportlar hoş gelmiş sefalar getirmişlerdi hayatımıza.
Yaz ikindilerine toprak avlulara su serpen yaşlı kadınlar haritanın karnında kederli birer kahkahaydılar artık…
Nardı babam! Sonbaharda narla alkolü karıştıran dalgalanmış da durulmuş bir ırmaktı babam.
Sonbahardı babam, bahardı annem, kış’tı halam, yaz’dım ben, ki yazdım bunu çok sefer üşenmeden evire çevire, çünkü kuşlardan en çok da papağanı severdim ben.
Neden diye sormayın, bilmem!..
Ben adaya döndüğümde bu kadar yabancı değildi sesler yüzler ve sokaklar…
Birşeyler eksiktir şimdi bu akşamlarda, bir şeyler yoktur artık bu sabahlarda, enginde yavaş yavaş günün minesi solmuş hiç söylenemeyecek şarkıların sessizliği inmiştir artık meydanlara, kuşlar konmaz olmuştur telgrafın tellerine, kaybedilmiştir dava, güzel kokular bu toprakları terketmiş, berbat ve bedbaht bir korku sinmiştir vatana millete ve Mesarya’ya…
“Anavatan” diyerek birleşmek istedikleri, kendine benzetemediklerini tarihi boyunca hep öldüren, öldüremediklerini de yaşayan ölülere döndüren faşist bir devlet, yabancı bir ülkedir; birleşmek istemedikleri kendi ülkelerinin yarısıdır…
Kıbrıs’ın kuzeyindeki ihanet şebekesinden “ilhak” sesleri yükselirken, 22 Ocak saldırısının dilsizleri sanki diktatöre verilmiş sözleri varmış gibi susuyorlar yine…
Ve ben “susmayın sıra size de gelecek” bile demiyorum artık…
Neden demiyorum, sormayın, bilmem!
(29 Mart 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)