
Faize Özdemirciler – 1974’ten kısa bir süre önceydi, arabamızı yeni almıştık, ailece Baf’a gittiğimizi hatırlıyorum.
Afrodit taşında durup soluklandığımızı, babamın “bir sigara içeyim bu romantik manzaraya karşı” dediğini hatırlıyorum.
Bunu hatırlayacağım diye düşündüğümü hatırlamıyorum, ama hatırlıyorum.
Annemle babam Şeher’e gittiklerinde beni de götürürlerdi. Fotoğrafçıda poz vererek çektirdiğimiz fotoğrafları
görmek için bir hafta sonrasını nasıl heyecanla beklediğimi ve fotoğraflar geldiğinde, bir yabancının fotoğrafına bakar gibi baktığımı hatırlıyorum…
Hatıraların tarih olmadığını biliyorum, buna rağmen, bir gün hatıraların tarihin yalancı sayfalarına çomak sokabileceğini düşünerek umutlanıyorum.
Larnaka’ya İskele dediğimiz, Lefkoşa’ya Lefkoşe değil “Şeher” dediğimiz zamanları hatırlıyorum.
Hatırladıkça daha çok hatırlıyorum…
Türkler, örneğin davarını bekleyen bir Rum çobanı öldürünce, çok geçmeden Rumlar da bir Türkü öldürürlerdi, hatırlıyorum. Bir Ruma karşı bir Türk, bir Türke karşı bir Rum… 15 Temmuz darbesine ve 20 Temmuz 1974 harekatına böyle geldi Kıbrıslılar, birbirlerini öldüre öldüre, yollarda kaybede kaybede…
20 Temmuz gecesi, Rumlar saldıracak diyerek Aytotoro’dan Köfünye’ye kadar yürüttüler bizi, henüz on yaşındaydım, çok yorulduğumu ama hiç şikayet etmediğimi hatırlıyorum.
Geceyi orada geçirdik. Meğer aynı gece Rumlar da Türkler saldıracak diye köyü boşaltmışlardı.
O gece kimse kimseyi öldürmedi ama eve döndüğümüzde ortalıkta ölüm sessizliği vardı.
Annem gece apar topar evden çıkarken hanayaltında duvardan bir parça kerpici çıkarıp altınlarını arkasına saklamış, sonra kerpici yerine koymuştu. Ertesi gün eve döndüğümüzde annemin, altınlarını hangi kerpicin arkasına sakladığını bulmakta zorlandığını hatırlıyorum…
Yunan askerlerinin bizi köy meydanına topladığını, erkekleri kahveye götürüp kadınları ve çocukları eve gönderdiklerini sonra da evleri darmadağın ettiklerini hatırlıyorum…
O yokluk günlerinde köyün papazının arka yoldan gizlice gelip kahve getirdiğini de hatırlıyorum…
Hatırlamamızı istemeyenler, neyi nasıl nereye kadar hatırlamamız gerektiğini bize öğretmek üzere devrededirler şimdi.
1974 Temmuz’unda harekâtın ertesi günü, bir şarkı çalınmaya başlamıştı Bayrak Radyosu’nda:
-Girne’den yol bağladık Anadolu’ya, şanlı ordumun Kıbrıs’ta bir zaferi var…
Şarkıyı ellerinin altında hazır tutuyorlardı, belli ki bu ‘zafer’in planlarını önceden yapmışlardı…
Değişen bir şey yok. Ortadoğu’da Osmanlı’yı diriltme hevesiyle, tarihi çarpıtarak ve hatta yeniden yazarak çektirdiği diziler yetmemiş olacak ki, Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak etmenin hayallerini kuran diktatör, Türkiye toplumunun genelinde zaten bir hastalık gibi var olan “Kıbrıs Türktür Türk kalacak” algısını daha da galeyana getirmek için, bir de Kıbrıs dizisi çektirdi alelacele…
Bir zamanlar Kıbrıs’ta biz yaşadık, tarihimizi başkaları yazdı, filmini de başkaları mı çekiyor şimdi?
Belki de biz Kıbrıs’ta hiç doğmadık yaşamadık, şu anda da Kıbrıs’ta değil, başka bir yerdeyiz…
Ben yine de hatırlıyorum, unutmuyorum hiç:
Benim doğduğum ev yanık portokal kabuğu tüterdi…
(2 Nisan 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)