
Faize Özdemirciler – Dün, hatırladıklarımı yazmıştım, bugün de yazmaya devam edeceğim, çünkü, hatırlamanın sonu yoktur! Diktatörler istedikleri senaryoyu yazdırıp tarihi istedikleri gibi eğebilirler bükebilirler çarpıtabilirler, ben hafızamın serin bahçesinde zeytin yaprağı tütütmeye ve herşeyi kokusuyla hatırlamaya devam edeceğim.
Hatırlamayı suç, unutmayı vatani görev mi ilân edeceksiniz, geçmişi sizin istediğiniz gibi değil yaşadıkları gibi hatırlayanları vuracak mısınız, vurun!
Limonun “ekşi”, tarçının “bahar” olduğu zamanları hatırlıyorum.
İskele Panayırı’na ilk gidişimizi hatırlıyorum. Erkeklerin saçları uzun, kızların etekleri kısaydı. Kadınların saçlarına günah yazılmaz, erkekler kadınların saçlarından tahrik olmazdı, hatırlıyorum.
Londra’dan gelen kadınlar Pendaşino sahilinde bikinileriyle sereserpe uzanırken, annem dahil, köydeki kadınların sadece ayaklarını denize soktuklarını hatırlıyorum.
Halamın çarşaf giydiğini de hatırlıyorum, çarşafı çıkardığını da…
Dinin en fazla ölümlerde gündeme geldiğini, yazda serin avlularda, kışta sıcacık kerpiç odalarda güzel sesli imamların okuduğu mevlidi dinlerken, içimden anlamını bilmediğim “Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim”i şarkı gibi mırıldandığımı hatırlıyorum.
Dillirga türküsünün kuş dilinde söylenen Rumcasını, “Tilliryotissa”yı da anlamadığım haşde mırıldandığımı hatırlıyorum…
Türkçe sözler ne zaman yazıldı bilmiyorum ama 1974 sonrasında yazıldığından eminim, çünkü sesleri yüzleri sokakları ve kokuları hiç unutmadım, hatırlıyorum…
“Bir zamanlar Kıbrıs” dizisinin senaryosunu yazanlar ‘Ankaralı’ buralara teşrif etmeden bizim ölülerimizi gömmeyi bile bilmediğimizi sanabilirler. Bir dedem öldüğünde 7, bir dedem öldüğünde 8 yaşındaydım, ölülerimizi nasıl gömdüğümüzü hatırlıyorum…
Bahar geldi mi müzik dersinde okulun bahçesindeki harnıp ağacının altına çıkarırdı bizi Doğan öğretmen. Ayhan Işık bıyığı vardı, o kadar yakışıklıydı ki, o kadar yeşildi ki gözleri, bazen onun bir filmden çıkıp geldiğini düşündüğümü hatırlıyorum. O kadar güzel şarkı söylerdi ki, muazzam bir sessizlikle dinlerdik her seferinde. 74’te vurulduğunu duyduğumda, uzun uzun ağladığımı hatırlıyorum.
Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen ‘deli’ komutanların hikâyeleriyle büyüdü bizim köyün çocukları.
Aytotoro’da zivaniyayı yasaklamaya ve zivaniya satan Lefkaralı adamı çocuğu yaşındaki genç mücahitlere dövdürmeye kalkışan, gece yarısı bahçedeki havuzun su tesisatının yapılmasını ve sabaha kadar içinde balıkların yüzmesini emreden, önüne geleni yaşlı genç demeden tartaklayan ‘kahraman’ komutanlar geçti buralardan…
Türkiye’de Kürtçe konuşan Kürtlere yapılan işkenceler yapılmadı evet ama Rumca konuşan Kıbrıslıtürklere para cezası kesildiği zamanlar gerçekten yaşandı, Rumca kelime kullananlar özellikle Türkiyeli komutanlar tarafından aşağılandı azarlandı, yaşayanlardan dinledik herşeyi, güldük, oysa fıkra değildi, her biri birer trajikomik sahneydi…
Anlatanlar çoktan ayrıldılar aramızdan, babam dahil hepsini saygıyla anıyorum, hatırlıyorum…
Yaz kış zangalak ağacının altında her Pazar Aliko ile Caher’i ve Fatmalı’yı, Hüseyin Kanatlı’nın sunduğu plak yarışını nasıl pür dikkat dinlediğimizi, Cem Karaca “Ferman padişahın dağlar bizimdir” dedi mi, herkesin nasıl sustuğunu hatırlıyorum da hüzünleniyorum şimdi..
Çünkü ferman hâlâ padişahındır, dağlar ise artık bizim değildir ama kimse dokunamaz hatıralarımıza, hatıralarımız bizimdir!
(3 Nisan 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)