
Faize Özdemirciler – Hatırlamayı suç, unutmayı vatani görev mi ilân edeceksiniz, geçmişi sizin istediğiniz gibi değil yaşadıkları gibi hatırlayanları vuracak mısınız, vurun demiştim son hatırlama seansında…
Ardından vurmazlarsa ne yapacaklarını, hatırlayanların ağzına bayrak mı tıkayacaklarını sorduğumu ama yazmadığımı hatırlıyorum…
Limonun “ekşi”, tarçının “bahar” olduğu eski zamanları hiç unutmuyorum, hiçbir sözlükte yeri olmayan o ‘anlamlı’ ve şiirsel kelimeleri, dinlenmek için bir “lâse” komşuya gidip gelen yorgun anneleri hep hatırlıyorum…
Hatırladıkça daha çok hatırlıyorum, ben hatırlayınca yazılarımı okuyanlar da hatırlıyor, birlikte dalıyoruz mazinin derin sularına, elbette yanılıyoruz ama bir an kurtulabileceğimizi sanıyoruz bugünün sığ sularında yüzmeye çalışırken aldığımız yaralardan…
Sizi bilmem ama benim, geçmişin sadece kanlı sayfalarını hatırlayanlar otururken tepemizde, hatırlamanın unutmamanın hiçbir işe yaramadığını düşündüğüm de oluyor, sonra bir bakıyorum yine hatırlıyorum…
Bildiğini çalan saz olurdum mesela aşk’a girince. Aşk’a gelince ne peşrev, ne taksim, gayet yumuşak dalardım şarkıya, telâşlanmadan çıkardım meyandan ve yavaş yavaş inerdim, pes dedirtmeden kimseye. Hatırlıyorum hâlâ…
Çok dilli bir şehirden bakınca ikidilli görünürdü ada, muazzam bir yanılsamaydı ama unutmuyorum hâlâ…
Kuşlukvakitlerinde Rumca ve Türkçe keyifle inerdi seyfola. Turunç macunlarına pusu kuran çocuk çeteleri yaşardı şimdi yılanlarla güvercinlerin cirit attığı hanaylarda. Ve şarkılar yarışırdı eflâtun gölgelerin altında. Hangi şarkı kazansa sokağın ardındaydık, hangi şarkı kaybetse sabahın dördünde, eller tatlı uykudayken, biz hep başka dertlerde…
Her kavuşma ayrılığını da saklardı cebinde, pat diye gelenlerin pat diye gittiklerini hatırlıyorum…
Ölüm hariç, kavuşma dururdu her ayrılığın cebinde, pat diye gidenlerin pat diye geri döndüklerini hatırlıyorum…
Sonra bir şeylerin bozulduğunu, gidenlerin hiç dönmemeye başladıklarını hatırlıyorum.
“Son” yazısı perdeye düşünce filmden sonra olacakları, her roman bitiminde son’dan sonrasını merak ettiğimi hatırlıyorum…
Ne zaman Barış Gücü askerlerinin çektiği siyah beyaz fotoğraflara dalsam, fotoğrafın içindeki yüzlerle birlikte dışında kalan yüzleri de hatırladığımı hatırlıyorum…
Çocukluk fotoğraflarımız Barış Gücü askerleri tarafından çekildi diye mi hayır edemedik bu topraklarda diye düşündüğümü de hatırlıyorum…
Ne zaman bir mendil görsem rıhtımda bulurdum kendimi. Ne zaman bir gemi görsem Fellini… Ne zaman Fellini, bir köy sinemasındaydım… “Göksel Arsoy’un olayım” diye fısıldardı delikanlı yanımdaki kıza. Nasıl unuturum… Hatırlıyorum…
Karanfil desenli kazaklar ördüğümü değil işlediğimi hatırlıyorum, iki ters iki düz işleyince Selânik olduğunu, hiç bilmediğim şehirlerin rüyalarıma girdiğini, o rüyaların hiç gerçek olmadığını…
Şavkımı kesen, sinir uçlarımı soyan virüsler kapıma dayandıktan sonra hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığını, ben’im artık bir başkası olduğumu da unutmuyorum unutmuyorum…
(9 Nisan 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)