
Faize Özdemirciler – Bu toprakların “vatan” olabilmesi için daha fazla şehide gerek yoktur…
Bu toprakların ölü gözünden yaş beklediği kanıtlanalı çok oldu, bunun için de şahide gerek yoktur…
Ölü biziz şehit biziz şahit biz, kurban biziz cellât biz…
Hileyle oturtuldukları makam koltuklarında sefaları uzun sürsün diye yeni şehitlere ihtiyaç duyan, olmadı, eski şehitleri sömürmeyi siyaset olarak benimseyen kıt akıllılarla elele vererek bu ülke için hayırlı bir işe imza atılabileceğini düşünmek nafiledir…
Tarih epey lekeli, yeterince kirlidir ve böyle bir tarihin sözünü dinleyerek yapılacak öneriler haritanın yarasına merhem olacak güçte değildir.
Zaten haritanın da, sadece şeklen sevilen, kahve fincanlarının üstünde bir desenden, anahtarlıklarda sallanan bir aksesuardan öte anlamı kalmamıştır…
Tarihin yüzünden coğrafya da mundar olmuştur…
Bu topraklarda siyasetle birlikte insan malzemesinin de çürüdüğü açıktır. Yıllardır ehven ile şer arasında tercih yapmak dışında alternatif üretemeyen bir toplumsal muhalefet ölüdür, mücadelesini sömürgecinin suspayı olarak sunduğu “kazanılmış haklar”ı kaybetmemek üzerine kuran bir muhalif hareket ölüdür, çünkü “kazanılmış haklar”ın karşılığı kaybedilmiş ve daha da kaybedilecek olan bir ülkedir…
Sömürgelerden savaşlardan katliamlardan garantörlerin ihanetlerinden garantörlerle işbirliği içinde olan Rumlu Türklü yerlilerin rezaletlerinden geçerek bugünlere gelmişiz, ölmüşüz öldürmüşüz öldürünmüşüz, da neçin öldüğümüzü öldürdüğümüzü ve öldüründüğümüzü bilememişiz, durum bu kadar trajiktir…
Bir ülke düşünün ki, yerli halkı kendi ülkesini “anavatan” dediği yabancı ve yalancı coğrafyalara bağlamanın savaşını versin ve buna da kalkıp milli mücadele desin, dünyanın en rezil ironisidir bu…
Hesabı asla verilemeyecek ihanetlerdir bunlar demek isterdim ama biliyorum ki bunlar hesabı asla sorulmayacak ihanetlerdir aynı zamanda…
“Rumlar enosis istedi adanın yarısını kaybetti” diyerek böbürlenenler, Türklerin de taksim isteyerek adanın tamamını kaybettiklerinin farkında değiller mi acaba?
Şimdi kaybedilmiş “bütün”ün yanında, kaybedilmiş bir de “yarım” var.
Ortada hiç mücadele etmeden kaybedilmiş bir dava, davanın yanında da bol bol hava var…
Buna kurtarıcı garantörün geçirdiği büyük dönüşümü de eklerseniz, ortada sadece yırtık bir harita değil, aynı zamanda Şair Ahmet Günbaş’ın dediği gibi “bizi hiçbir yere çıkarmayacak” bir de “yırtık yol” var…
Adanın kuzeyinin Türkiye’ye ilhak edilmesi konuşulurken, tarih boyunca sömürgecileri tarafından kurtarılmış olmanın mührünü bir yazgı olarak benimseyen bir topluluktan yükselen “olmaz böyle şey” tepkisinde muhalif imalar veya ilhaka karşı mücadele etme potansiyeli taşıyan bir direnç aramayalım boşuna, yoktur…
Bugüne kadar “olmaz” dediğimiz herşeyin olması, yarın da “olmaz” dediğimiz pek çok şeyin olacağının garantisidir…
Albert Camus der ki; “insan, ‘olmaz böyle şey!’ demek ister. Ancak, hepimiz biliriz böyle bir şeyin olabileceğini…”
(10 Nisan 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)