Faize Özdemirciler – Yaz, pusuya yatmış hazırlıklarını yaparken, bir bahar daha geçip gidiyor.
Yok ki baharları çok severim, tam tersine, kendimi bildim bileli, uzak şehirlerde yaşayıp doğduğum yerde hiç yaşamadığım kuruyan yaprakların o muhteşem hışırtısına hasretim ben…
Ne zaman hatıralara dalsam, kıyafet giydirmiyorum kelimelere, imlâ böylesine kifayetsizken…
Bilâkis “nü” kalıyorum, özellikle de içinde sonbaharın geçtiği şarkıları dinlerken…
Düşen bir yaprak görürsen, beni hatırla diyen bir sevgilim vardı eskiden, adını sormayın söylemem, bu salgın günlerinde yakışık da olmaz zaten…
Çünkü nicedir hayat değil, maskeli bir felâkettir yaşadığımız…
Tevfik Fikret’in asırlık “Sis” şiirinin içinden geçiyor Türkiye, “Sarmış ufuklarını inatçı bir duman, beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan”, biz ise varacağımız cehennemi öngöremeden canıgönülden sürükleniyoruz o “ak” karanlığın peşinden…
“Ayşe”nin yüzünde bir maske, mahsuscuktan “barış” yazıyor üstünde, zaman zaman rüzgâra dayanamayıp düşüyor, ama hiç dert değil, facianın örtücüleri de her dem bekliyor hazırda, “Ayşe”nin düşen maskesini düzeltmek için…
Korona, bir virüsten çok daha fazla, sağlı sollu siyasetçiler virüsten daha virüs, Türkiye’deki İslamofaşist diktatörlük koronadan daha korona…
Yaz, pusuya yatmış gelmeye hazırlanırken, bir mevsim daha eksiliyor ömrümüzden.
Bu arada, mahkemeden kuran kursları ile ilgili bir karar çıkıyor, kararda anayasanın laiklik ilkesine aykırılıktan söz ediliyor…
Gecikmiş de olsa bir laiklik mücadelesi başlar mı bilemem, ama başlasa da şüphem yok, “dindarları ötekileştirmeyin” diyecek liberaller hazır bekliyorlar bir kenarda…
Üstelik başlasa da öyle bir tartışma ne fayda, yobazlar “ha kuran kursu ha tenis kursu” diyen ‘duayen solcuların’(?!) açtığı yoldan yürüdüler de vardılar bugünlere, atı (ç)aldılar da Hala Sultan’ı geçtiler çoktan…
Ben sadece soruyorum:
-Bir ağaç katledilirken neden lakayıt durur orman?
-Laiklik katledilirken neden lakayıt durur laikler?
1934’ten 2020’ye kadar müze olan İstanbul’un Ayasofya’sını ibadete açarken olanları hatırlayınız…
Diyanet İşleri Başkanı’nın arızaları da olsa ‘laik’ olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna küfrerek salladığı o kılıç sayesinde öğrendik, Müslümanlarca ele geçirilen bir ülkede yaşamları bağışlanmış olan kimselere “kılıç artığı”, bir eve girip o evin kadınlarına çocuklarına, malına mülküne, eşyasına el koymaya “kılıç hakkı” dendiğini…
Kıbrıslıların sadece ülkesine, evine değil, ruhlarına da girilmiş ve orada asla sarsılmaz sandığımız çok kıymetli bir özelliğe el konulmuştur…
O özellik laikliktir…
Umalım ki, Kıbrıslıların el konulan laikliği “kılıç hakkı”, laiklikten çarketmeye hazır Kıbrıslılarsa “kılıç artıkları” olmasınlar buralarda…
Eğer öyle olacaksa, yazmayın hatıralarınızı, belleğinizde değiştirip Türkiye’deki dinci iktidarın karanlık zihniyetiyle uyumlu hale getirecekseniz, yazmayın!
Dinin, tarihin hiçbir döneminde Kıbrıslıtürklerin gündelik hayatında belirleyici olmadığını, Kıbrıslı imamların bile ‘laik’ olduklarını gözlerinizle gördüğünüz halde, anlatmayacaksanız, yazmayın hatıralarınızı!
Yazıktır, ayıptır, günahtır!
(16 Nisan 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)