
Faize Özdemirciler – Kurtarılmış olmanın, ganimet sarhoşluğuyla sarmalanmış sözde güven veren o garip havası, kurtarıcı gerçek yüzünü gösterene kadar, kurtarılan derin uykusundan uyanana kadar sürdü…
Kurtaranın işgalci kimliği ortalığa saçılınca, anlaşıldı ki, kurtardığı topraklar da o topraklarda yaşayan insanlar da onundu. Kurtarandan kurtulmanın olanağı yoktu, bir kere kurtarılmış bulunmak yeni kurtarıcılara daima kucak açan bir yavşaklık olarak karakterimize yerleşti, bir kere kurtarılmış bulunan, yeni kurtarıcılara bel bağladı ve ağladı. İnsan, acılarıyla birlikte stratejik önemin karşısında bozguna uğradı, sadece uluslararası çıkarlar, milli çıkarlar, iç dengeler dış dengeler dahilinde konuşulan yurt olma özellikleri budanmış bir arazi kaldı geriye, artık o arazide kurtarıcının bayrağının dalgalanmasından başka hiçbir şeyin önemi yoktu…
Örtülen acılar arasında, göç de vardı, darbeye barış, göçe zafer dendi, ada olduğunu unuttu coğrafya…
Resmi ve milli politika unutmayı da kuşattı hatırlamayı da, dumura uğradı ve yoldan çıktı hafıza…
Rumlar’ın hep unutamadıkları bir Girne’leri Maraş’ları oldu, Türkler’in gerçek anlamda unutamadıkları bir Larnaka’ları Leymosun’ları hiç olmadı…
Köksüz insanların ortak yazgısı kapsamına giren herşeyin gecikerek farkedilmiş olması pervasızlığı azdırdı, rehaveti besledi. Uzaklara giden çocuklarına sürekli “vatanına dön” diyen anne babalar “dönme, vatan öldü” demeye başladılar zamanla.
Uzağında durulması gereken tehlikeli bir cehenneme dönüştü ‘vatan’…
Ama durum böyle iken bile, yani ‘vatan’ ölmüşken bile Kıbrıs’ın kuzeyinde ‘vatan haini’ avına devam etti Türkiya…
Bu bir yazım hatası değildir, bilerek öyle yazdım, benim doğduğum köyde Türkiye’ye öyle derdi yaşlılar: Türkiya!
Çoğunluğun ciddi ciddi kurtarılmış olduğuna inandığı böyle bir yerde işgale karşı yazı yazmak daimi bir huzursuzluğa dönüşecekti elbette, öyle de oldu…
Evet siz kaybedilmiş bir davanın savunucusuydunuz ama kaybedilmiş bir davayı savunmak sözümona muzaffer çıkılan bir davayı savunmaktan iyiydi yine de, “az” olmak “çok” olmaktan iyiydi, “hiç” olmak “hep” olmaktan iyiydi, geçicilik, güvencesi olan sağlamlık hissinden daha umut vericiydi…
Şair Seferis o büyük göçte evini kaybettikten sonra “Ben anlamam evlerden, dünya büyük bir handır” demişti…
Nietzche, “Şen Bilim”de “Ev sahibi olmamam iyi talihimin bir parçası bile sayılabilir” demişti…
“Gerçek yolcular gitmek için giderler” diyen Baudelaire tam da bu yüzden yerleşik yazar ve şairlerden daha çekici, daha besleyicidir, artık ev yoktur yurt yoktur, çocukluğunuzun, gençlik yıllarınızın geçtiği yer yoktur, artık yazı vardır ve yazı evdir yazı yurttur…
Yurdu kalmamış kişi için yaşanacak yer yazıdır; yara, yazıyla iyileşmeyecek deşilecektir ama bu tedirginlik, bu memnuniyetsizlik, “kendinden aşırı derecede memnun olma” halinden iyidir…
(17 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)