Sen dur bir kenarda şimdi Kıbrıs

Şener Levent – Sen dur bir kenarda şimdi Kıbrıs…

Karıştırma kafamı…

Şimdi aşk vakti…

Bak kayalara uzanmış, yüzünü ve göğsünü güneşe tutmuş, elinde dibi kalmış bir viski…

Genç bir kız,

-Aşka teslimiyet, diyor…

Bana Andrey Rubliyof’un aşk gecesindeki meleklerinden birini hatırlatıyor…

Karışma bu işe sen Kıbrıs…

Aşktan anlamayan bayrak kafalılarınla dur şimdilik bir kenarda…

Federasyon beklesin…

İki devlet beklesin…

İlhak beklesin…

Bunca yıl bekledin…

Sabredemez misin birazcık daha?

Vaktimiz yok…

Sevişmeliyiz dörtnala…

Dur bakalım…

Yakamozlara dalıp gideceğiz daha…

Sahilde çıplak ayaklarımızla yürüyeceğiz…

Tadına varacağız anları yaşamanın…

Noter Dome’ın Esmeralda’sını hatırlayacağız…

Biliyorum, yıllar sonra açacaklar katedraldeki o mezarı…

Ve ona sarılmış Quasimodo’yu bulacaklar orda…

Sen bakma bana Kıbrıs…

Senin için ölürüm dediğim zamanlarım da oldu…

Ama anlamadın beni…

Bir aşk suçlusuydum…

Oysa sen beni hep suçsuz iken yargıladın…

Mahkemelerin, karakolların, hapishanelerin benim hatıralarımla dolu…

Bir suçsuzun bir yalana karşı kendini savunma durumunda kalması ne kadar berbat bir şey bilir misin?

Gecenin karanlığında tüm pencereleri açıp niçin bağırmak geçer içimden sabaha kadar?

Sevmenin sevilmekten bile güzel olduğunu anlatamadım sana…

Kaçtım…

Kimsenin beni tanımadığı şehirlerde kalabalıklara karıştım…

Bırakmadın ki hiç peşimi…

Gümrük memurları farketse, yasak madde diye sokmazlardı seni içeri…

Bulvarlardan geçtim…

Donmuş ırmaklara dayadım göğsümü…

Durup dururken aklıma Baf yolları geldi…

Rumca şarkılar söyleyen Türk şoför…

Durup dururken, “Sen bunları hep beni üzmek için yapıyorsun” diyen kadın geldi…

Ne zaman ayaklarından öpülse, bir aşk tanrıçası sanırdı kendini…

Gerçeği isteme benden Kıbrıs…

Tatlı yalanları konuşalım…

Bir gün bu işgalciden kurtulacağımızı hayal edelim mesela…

Hep bir çözüm planı bekleyerek yaşayanların umutlarına ortak olalım…

Yeni resimlerine bakmayalım Sarayönü Meydanı’nın…

Eski resimlerine bakalım…

Bak mahsustan ıslık çalarım ben…

Ele vermemek için tasarladığım cinayetleri…

Kavun, karpuz, beyaz peynir ve rakı almaya giderim pazara…

Ayırdetmek için bu kargaşada suçluyu ve suçsuzu, bağırırım sokaklarda…

Halkın ne kadar itaatkâr ve uslu…

Sanki bir emir bekler gibi yaşarlar, kendi aralarında küfrettikleri generalden…

Yolsuzluklara öfkelenmezler, dul bir kadının sevişmelerine öfkelendikleri kadar…

Ben mahsustan yazılar yazarım…

Kanıtlasın diye elbet…

Vatanseverliğini savcılar…

Madem ki unutulmuş hiç unutulmaması gereken hatıralar…

Madem ki kimse sormuyor artık Ayhan Hikmet’i kim öldürdü diye…

O halde hiç hatırlanmasın, gençlik ateşinde ağaç gövdelerine kazıdığım yazılar…

***

Sen dur bir kenarda şimdilik Kıbrıs…

Şimdi kiraz vakti…

Şimdi annemin göğsündeki gibi göğsünde bir yasemin kokusu…

Başını dizlerine yaslayıp uykuya dalacağı bir kimse olmalı insanın hayatında…

“Bu kadar üzülmeye değmez” diyen…

Gabiraya tereyağı sürerken sevgiyle, şefkatle gözlerine bakan biri…

Her gün evdeki tuzun, ekmeğin eksikliği gibi öpüşmenin eksikliğini de farkeden biri…

O kadar yozlaştın ki, anlamazsın bunu da sen Kıbrıs…

Katillerin ile kurbanların aynı mezarlıkta yatarlar çünkü…

Madem ki meydanlarda bağırıp çağırmak işe yaramadı…

Madem ki itaatkar ve uslu giysilerimizi çıkarıp asi gömleğimizi giyemedik…

Kefenlerine vakitsiz ölümler damgası vurulan sevgili ölülerimizin başucunda yapalım mitinglerimizi…

Adaklardan, tütsülerden, fallardan ve sloganlardan medet umanlarına söyle…

Yıldızları takarak peşime şarkılarla kucaklıyorum seni…

Bastırsın diye notalar, uslu olmaya çağıran sirenleri…

Herkesin sustuğu yerde…

(27 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author