İroninin dibi, absürdün zirvesi

Faize Özdemirciler – Günün anlam ve önemini anlatan bir yazı yazmak niyetindeyim ama nasıl yazılır, tam olarak bildiğimi söyleyemem…

Gün derken elbette bugünü değil geçip giden günü kastediyorum ve ‘normal’de bir günün anlam ve önemini anlatan yazı ancak o gün yaşandıktan sonra, yani bugün yarın olduktan sonra yazılır, öyle mi?

Hayır, öyle değil, dün hep bugündür, bugün daima yarındır buralarda…

20 Temmuz gününün dünü de 20 Temmuz’dur, yarını da 20 Temmuz’dur mesela…

İşgal Harekâtı’nın 47’inci yılının Kurban Bayramı’na denk gelmesi Kıbrıslı’ya kaderin bir oyunu mudur, yoksa hayatın kanunu bu mudur?

“Beynelmilel” filminin setine benziyordu dört yol ağzı, ansızın bando ekibi Enternasyonal marşını çalmaya başlayacaktı sanki, figüranlar toplanmış, esas Reis’in gelmesini bekliyorlardı, Sırrı Süreyya Önder’in kulaklarını çınlatarak baktım manzaraya…

“Bu kadar yürekten çağırma beni bir gece ansızın gelebilirim” şarkısı duyuldu sonra. Enternasyonal başka bir yaz’a kaldı…

Sokakta bayrak kıyameti, araba kıyameti, polis kıyameti, koruma kıyameti, çatılarda keskin nişancılar, “ana” “yavru”sunu ziyarete gelmiş, kim kimden koruyordu kendini, düşman yolları mı kesmişti?

Bayraklar çok büyüktü, çocuklar ellerine tutuşturulan bayraklardan küçüktü…

Ruhsuz bir kalabalık cehennem sıcağının içinde bekliyordu, bekleyenlerin bekleyişinde bir sahtelik, gelecek olanın gelişinde bir yapaylık vardı, manzara gerçeküstünün çok üstünde, vasatın bayağı altındaydı…

Ama gün büyük bir gündü yine de, çünkü esas Reis KKTC meclisinde konuşacaktı. Kıbrıslıtürklere çok önemli bir müjde, dünyaya ise mühim mesajlar verecek, belki de yedi düvele meydan okuyacaktı…

Muhalefet partileri bu tarihi oturumu protesto etmişti, Reis bizim muhalefeti zaten yok sayıyordu ama

bu sefer muhalefetin orada olmayışını da yok saydı ve sesini yükseltmeden Bilâl ile telefonda konuşur gibi konuştu…

Ve günlerdir beklenen müjdesinden çıka çıka ironinin dibi, absürdün zirvesi çıktı.

İngilizden kalma bir gecekonduymuş Silihtar, öyle cumhurbaşkanlığı sarayı mı olurmuş, öyle meclis mi olurmuş, Reis arsa işini halletmiş, projesini bile çizdirmiş, görkemli bir parlamento binası ve ihtişamlı bir saray armağan edecekmiş bize…

Bu bir gövde gösterisiydi elbette ama çürümüş bir gövdenin…

“Tebeşir Bahçesi”ne kaçmakta buldum çareyi…

Gökhan Arslan’ın beşinci şiir kitabı, İthaki Yayınları’ndan çıktı.

“Yeni Başlayanlar İçin Türkiye” adlı şiirinde şöyle diyor:

“katliam: oldukça sık düzenlenen/ bir etkinliktir/ kalabalık gidilip/ ayrı ayrı dönülür/ devlet korumalı/ ve ödüllüdür”…

“Yeni Türkiye vol. 1” adlı şiirin iki yüzü var. a yüzünde 10 dize, b yüzünde 10 dize, şarkı niyetine… Bir de bonus var sonunda, tam bize göre:

“her eve bir kayyum”…

Sen istediğini anlat, biz “Yeni Türkiye”yi Türkiyeli şairlerden öğreniriz bayım…

Sen dilediğin kadar konuş, biz Temmuz’u Kıbrıslı şairlerden biliriz bayım…

(20 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author