
Faize Özdemirciler – Hasan Hüseyin Korkmazgil “Eti geçti duydun mu bıçak kemikte, duymadınsa duy artık. Duy da silkin artık, ne biçim uyku bu, bıçak kemikte!” diyordu bir şiirinde…
O günlerdeyiz yine, bu sefer ateş aldı bıçağın yerini, insanlar böcekler sincaplar kaplumbağalar arılar çiçekler herşey ateş altında, ateş gövdeyi geçti, köklere doğru yürüyor hışımla…
Ormanlar gümbür gümbür yanıyor, ormanların gümbürtüsü ülkeyi yönetenlerin başına vurmuyor, çürümeden ve küllerden sonra kömür günlerine geldi sıra…
Korkmazgil “Bilineni bilinmeze, görüneni görünmeze, duyulanı duyulmaza, somutu soyuta itme değildir şiirin işi. Tam tersi: Bilinmezi bilinir, görünmezi görünür, duyulmazı duyulur, algılanmazı algılanabilir yapmaktır” diyordu…
Saçları gibi gürdü şiiri de, Türkçesi kendisi gibi güzel ve aydınlık…
Oysa nefretten başka bir şey söylemiyor Türkiye’nin tepesine çöreklenenlerin vasat Türkçe’si…
Eskiden yaprak dökse de bir yanı, diğer yanı bahar bahçeydi, artık öyle değil, şimdi dört yanından yaprak döküyor, sadece yaprak dökmekle kalsa iyi, yanıyor Türkiye, en cennet parçalarından, en güzel manzaralarından yanıyor, hatta türkülerinden bile…
Çökertme yanıyor, Halil Çökertme’den çıkabilmiş mi kimse bilmiyor, Halil teslim olmuş mu kimse bilmiyor, günlerdir Halil’den haber alınamıyor…
Yangın dalları, ateş gövdeyi geçti, köklere doğru yürüyor iştahla…
20 yıllık iktidarları boyunca güzel olan ne varsa hepsini tükettiler, “dünya malı dünyada kalır” diye diye Türkiye’nin maddi manevi bütün birikimini yağmaladılar, talan ettiler, giderlerse bir gün, bir enkaz kalacak onlardan geriye…
Padişahın onlarca özel uçağı var, devletin yangınları söndürecek uçağı yok, hicap duyması gereken şeye ‘itibar’ diyor padişah ısrarla…
Sonra bin odalı sarayından çıkıyor yalpalaya yalpalaya yanan köylere gidiyor beş yüz kişilik koruma ordusuyla, çay paketleri atıyor evleri yanan insanların kafalarına…
Televizyonda mikrofon uzatıyorlar evi yanan adama.
Bir avuç kalmış, ailesiyle birlikte çoluk çocuk açıkta kalmış adamın yüzünden tabut geçerken, ağzından tabular dökülüyor, allah devletimize zarar vermesin diyor…
Çünkü kanıksanmış artık iyice, sürüden ayrılanı kurtlar kaparsa, ampule dokunanı da allah yakar.
Bıçak kemikte ama, kemik saygıyla eğiliyor bıçağın önünde.
Ateş dalları gövdeyi geçmiş köklere doğru yürüyor, kökler ateşin karşısında biçare…
Duyuyor musunuz Şair’in sesini, “Bıçak kemikte” diyor, “Toprak paylaşılmış, kıyılar yağmalanmış, umut hacizde” diyor…
Duyuyor musunuz Şair’in* sesini, yangınlar diyor yangınlar…
“Yangınlar/ Kahpe fakları/ Korku çığları/ Ve irin selleri, aç yırtıcılar/ Suyu zehir bıçaklar ortasındasın./ Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan/ Bir cana bir de başa/ Seher vakti leylim-leylim/ Cellat nişangahlar aynasındasın./ Oy sevmişem ben seni…”
*Ahmed Arif
(3 Ağustos 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)