Biz işte böyleyiz

Şener Levent – İçimizde hatıralar biriktirerek ve albümlerimize yeni fotoğraflar ekleyerek geçip giden bir yılın ardından bazan gülümseyerek, bazan kederlenerek bakıyoruz geriye…

Ne var geride kalan?

Bir incir çekirdeğini dolduramaz belki…

Yapmak isteyip de yapamadıklarımız yaptıklarımızdan çok daha fazla…

Sanki ölene dek kalbimizde taşıyacağımız hayaller gibi duruyorlar hala…

En büyük hayalimiz ne?

Kıbrıs’ı birleştirmek mi?

Birkaç kişiye sordum…

“Zengin olmak” dedi…

***

Kimimiz şehirlerde, kimimiz köylerde yaşasak da hepimiz taşralıyız bu adacıkta…

Alman diplomat dostum haklı…

Kocaman bir taşra Lefkoşa da…

Taşralıların bütün özellikleri var hepimizde…

İnsan burada bir kere bile konuşmadığı, hatta bir kere bile yüzünü görmediği bir kimse hakkında fikir sahibi olabilir…

Saatlerce konuşabilir onun hakkında…

Bir kere bile hiç görüşmediği halde ondan fena halde nefret edebilir…

Kıbrıslıyız biz…

Dedikoducu…

Kıskanç…

İkiyüzlü…

Hatta bazan binbir surat…

Söyleyeceğimizi yüzüne karşı söylemeyiz kimsenin…

Arkasından konuşuruz hep…

Aynı alanda çalıştığımız birinin kuyusunu kazmak da bizim hünerimiz…

Bol bol yalan söyleriz…

Hatalarımızı kabullenip özür dilemeyi bilmeyiz…

Zayıflık sayarız bunu…

Övünmeyi ve hava atmayı çok severiz…

Kendimizden zayıf gördüklerimiz karşısında ne kadar güçlü isek, güçlü gördüklerimiz karşısında da o kadar zayıfız…

Ölüseviciyiz…

Değerli birisinin ancak öldükten sonra ne kadar değerli olduğunu söyleriz…

Korkağız…

Her zaman güçlüden yanayız…

Çoğunluğun kabul ettiği bir görüşün aksini söyleme cesaretimiz yok…

Rejim sahipleri için bir tehlike olup hayatımızı riske atmaktansa, onların safında olmayı tercih ederiz…

Yalanlara gerçeklerden daha çok inanırız…

Sürüden ayrılmaktan korkarız…

Önemli bir sırrı ele verirken fısıltıyla konuşuruz…

İş olsun diye hal hatır sorarız, ama karşımızdakini dinlemeye hazır değiliz…

Birilerinin bize acırmış gibi yapmasından pek hoşlanmadığımız için derdimizi de pek söylemeyiz…

Başkalarının zavallılığına bakıp halimize şükrederiz…

Hatta başkasının mutsuzluğu mutluluğumuz olur adeta…

O meşhur hikaye bizim için anlatılmıştır sanki…

İki komşu ile ilgili…

Bir komşu sabah akşam Allah’a dua edermiş…

Ne dileği varsa kabul edilsin diye…

Bir melek gelmiş bir akşam ona…

-Duaların kabul olundu, ne istersen vereceğim, ne istersen yapacağım, demiş… Ancak tek şartla… Sana ne yaparsam komşuna iki mislini yapacağım…

-Kadın,

-O halde bir gözümü çıkar, demiş…

***

Bu adadaki birçok sorunumuzun temel nedenlerinden bazıları da bunlardır belki…

Taşralı berbat huylarımız…

Birbirimizi sever gibi görünmek, ama aslında sevmemek…

Türk-Rum meselesi değil bu…

İnsanlık meselesi…

Kişilik meselesi…

Dünyadaki tüm insanlar, tüm toplumlar böyledir derseniz katılmam…

Bizden farklı olanlar da var…

Bakın mesela…

Şili’de 35 yaşındaki genç, on yıl önceki öğrenci hareketlerinin lideri Gabriel Boric cumhurbaşkanı seçildi…

Dövmeli, sade bir başkan…

Aşı kuyruğunda beklerken resmini gördüm…

Şili halkı adına gurur duydum…

Bizde asla olamayacak olan bir şey…

Bu toplumda böyle gençlik hareketleriyle sivrilen ve siyasi partilerin de önüne geçen birisi olsa, hemen karalamaya başlarlar onu…

Çamur atarlar…

Geçit vermezler…

Ne provokatörlüğünü bırakırlar, ne casusluğunu, ne satılmışlığını…

Gabriel’in Yunan asıllı kız arkadaşı İrina bakın ne demiş seçimden sonra:

“First lady olmaya meraklı değilim, halimden çok memnunum”…

***

Sahi, bizim bir özelliğimizi daha yazmayı unutmuşum…

First Lady meraklısı çok bizde…

Gösteriş budalasıyız!

(27 Aralık 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author